Amcalardan biri 75 yaşında(muhtar) idi, diğeri de 80(büyük olasılıkla önceki kıdemli muhtar). İkisi de perfekt Kurmancî konuşuyorlardı.

İkisinin de gözlerinde, kendilerine erzak götürmüş olmamızdan çok, Adıyaman’ın o uzak Alevi dağ köyünde hatırlanmış olmanın, hele hele bir Kürt Vakfı olarak onları yanlız bırakmamış olmamızın hüznü, aynı zamanda gururu vardı.

Birbirinin sözünü keserek hızlı hızlı anlatıyorlardı; ‘bizi sadece Kürtler hatırladılar, bize el uzattılar. Görsen ta nerelerden geldiler. Cizre’den, Şırnak’tan, Nusaybin’den…’

Gecenin bir buçuğunda, ‘imkânı yok yemek yemeden sizi bırakmayız!’ diye tutturdular. O durumda bile misafirlerini yemeksiz göndermek istemeyen ülkemin eli öpülesi Kürt misafirperverliği. Bizi biz eden sevda, bizi ayakta tutan hamur.

Onları ikna etmeye çalışırken, ne zaman hazırladılarsa, çaylar geldi. Ayak üstü çaylarımızı içtik, hatır istedik ve bir sonraki köye doğru yola koyulduk.

Adım gibi biliyorum; çaylar bizi yemekler hazır oluncaya kadar tutma, oyalama taktiği idi… 😔😢

Xîret, hinek dîsa xîret!..